20 Aralık 2012 Perşembe

İnceleme: İçimdeki Duygu Asena



   Zamanında değerinin tam olarak anlaşılamadığına inandığım yazarların başında gelir Duygu Asena. Gerek kitapları, gerek gazete yazıları, gerekse siyasî düşünceleri benim hayat görüşümü oldukça etkilemiştir.
   Duygu Asena denildiğinde akla ilk gelen ‘feminizm’ oluyor; ancak feminizmin yeteri kadar anlaşılamadığına inanıyorum. Duygu Asena her ne kadar kadın- erkek eşitliğini savunmuş olsa da bu durum onun, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bazı karşıt görüşlü kişiler tarafından ‘erkek düşmanı’ olarak nitelendirilmesine yol açmıştır. Öte yandan, feminizm şans eşitliği ve insan haklarının temeli olan sosyal adaleti özetleyen bir kavram olduğuna göre aklı başında olan her insanın feminist olması gerekir. Sonuçta Duygu Asena kadın ve erkek aynıdır dememiştir, kadın ve erkek birbirinden farklıdır. Farklılık ve eşitlik kavramları birbirinden ayrı olduğu halde, bazı anlamaya kafa yormayan kişiler tarafından bu ayrım anlaşılamamıştır.
   Genetik bilimcilerin yayınlanan bir araştırmasını Duygu Asena kendine özgü yorumuyla şu şekilde değerlendirerek dikkatleri üzerine çekmiştir: “Araştırmaya göre, evrimin en tepesinde kadın yer alıyor; yani kadın dünyanın en gelişmiş yaratığı. Bilim adamlarına göre evrimin sıralaması nasıl mı? Şöyle: goril, şempanze, gelişmiş maymun, erkek ve en son kadın. Belki de bu yüzden kadın içgüdülerini kontrol etmesini biliyor, mesela tahrik olsa da, tecavüz etmiyor! O, şiddet yanlısı, tahripkâr, sadece erkek olduğu için kendini üstün zanneden ve kadını ikinci sınıf gören, yasaları da ahlak kurallarını da iki cinsiyet için farklı algılayanlar kabul etmeliler ki, onlar içgüdülerine göre yaşıyorlar, onlar evrimlerini ne yazık ki henüz tamamlamamış bulunuyorlar". Bu açıklamadan da görüldüğü üzere Duygu Asena kadın ve erkek arasındaki düşünce ayrımını kısa ve öz bir biçimde ortaya koymuş ve bu düşünceye nereden vardığını da çok net bir biçimde ifade etmiştir. Ona göre bir seks objesi olarak görülmekten şikayet eden bir kadına karşı, cinsel performansından endişelenen bir erkek vardır.
    Duygu Asena’nın bence insanlar üzerinde en çok etkisi olan kitabı Kadının Adı Yok isimli kitaptır ki; bu kitap zamanında Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından yasaklanmıştır. Oysa kitapta anlatılan temel fikir kadınların kendi özgürlüklerini araması ve kendi haklarını savunmasıydı. Kürşat Bumin 1 Ağustos 2006 tarihinde Yeni Şafak Gazetesinde yayınlanan köşe yazısında töre cinayetlerinin haber olarak yayınlanmasını, dayak yiyen kadınların karakola başvurmasını, genç kızların babalarına, ağabeylerine, sevgililerine karşı seslerini yükseltebilmelerini; Duygu Asena’nın yazdıklarının olumlu etkileri olarak nitelendirmiştir. Bumin’e göre Duygu Asena, binlerce kadının aklına ve hayatına ışık katmıştır. Buradan da anlaşıldığı üzere bugün Türkiye kadın hakları konusunda az da olsa ilerleme kaydedebilmiş ve yaygın basın organları konuyu ciddiye alıyorsa bunda Duygu Asena'nın çabalarının payı büyüktür; fikirlerini kabul eder veya etmezsiniz, kendisini sever veya sevmezsiniz ama o kadınların sesi olmayı başardığı için büyük saygıyı hak etmektedir. Duygu Asena Türkiye’de yaşayan kadınların ilk başkaldırışlarından birine liderlik etmiştir. İnsanların dile getirmeye çekindikleri, cesaret edemedikleri durumları açık seçik anlatarak özellikle kadınların doğruyla yanlışı ayırt ederek kabuklarını kırmalarına yardımcı olmuştur. Duygu Asena ilişkilerin içine demokrasiyi sokmuş olan kişidir. Gerek iş yaşantısında gerekse romantik ilişkilerde kadınların hakkını araması gerektiğini sonuna kadar savunmuş ve onlara yol göstermiştir.
   Olaylara dar açıdan bakmayı pek seven halkımız Duygu Asena’nın “feminizmini” erkek düşmanlığı olarak yorumlamasının belki bir sebebi de feminist düşüncelerin kadınlar arasında yaygınlaşarak gözü kapalı yaşayan kadınların gerçeklerin farkına vararak değişmesinin erkeklerin hoşuna gitmemesidir. Çünkü onu erkek düşmanı olarak tanımlayan kesimin çoğunluğunu erkekler oluşturmaktadır. Oysaki O, kadınların üzerindeki baskıları hafifletmeyi kendine görev edinerek kadını sadece kadın bedeni olarak gören zihniyetleri değiştirebilmeyi amaçlayıp kadınları ayakları yere sağlam basan kişiler olarak görebilmeyi arzulayan biriydi. Onun bütün bu mücadelelerinin temelinde “kadının kurtuluşu kendindedir” düşüncesi yatmaktadır.
   Duygu Asena’nın evliliğe karşı bir tutum içinde olduğunu düşünenler için ise aşkın bir görme kusuru olduğunu ve evliliğin ise bunun tedavisi olduğunu belirtmekte fayda var. Çünkü aşk bir ihtiyaç, sevmek ise bir sanattır ve her zaman sevdiklerimizi yapamayabiliriz ama yaptıklarımızı sevebiliriz.
   Öyle sanıyorum ki Türk toplumunda kadınların yeri Duygu Asena’dan öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılmalıdır. O, kadınların kendilerini sevmesini amaçlamış ve güçlü olmaları için kimseye muhtaç olmadıklarını göstermeye çalışmıştır. Eskiden belki kadının adı yoktu ama şimdi var; bu kez de ne hazindir ki Duygu Asena yok.

7 Aralık 2012 Cuma

.."Silikonlu" Hayatlar..

   Yapay insanları oldum olası sevmiyorum. Üniversite hayatı yapmacık 
 arkadaşlıklarla dolu. Vize ve final dönemi çevrene doluşup notlarının fotokopisini çektirmek isteyenler, gündelik yaşamda sokakta karşılaştığın zaman selam vermemek için eline telefonu alıp mesaj atıyormuş gibi yapanlarla aynı kişiler. Okul zamanı arkadaşlar konusunda titiz bir çalışma yapmak gerekiyor.

   Her önüne gelene güvenip de derdini anlatmamalı insan. Aslında herkes kendinin psikoloğu olmalı. Çünkü hiç kimse seni senden daha iyi anlayamaz bu çıkarcı dünyada. Bugün yüzüne gülen, ertesi gün arkasını dönüp gidiyor. Bazı kişiler tanıyorum ki kendi çıkarları için en yakın arkadaşını satar. Sanki öpemediğin eli bükeceksin deniyormuş gibi herkes uzanamadığı ciğere mundar deme mantığıyla ilerliyor kedi gibi. Ben bir psikolog adayı olarak, her insanın dermanının içinde olduğunu ve ancak doğru insanla bir araya gelip hayatının sorunlarını, sıkıntılarını paylaşıp anlattığı zaman rahatladığını yani huzura kavuştuğunu söyleyebilirim. Gerçek arkadaşlığı bilen dostunu doğru seçen insanların bir psikoloğa ihtiyacı kalmıyor. Görülen o ki günümüzde her sene bir önceki seneden daha fazla psikoloji mezununun verilmesi insanların arkadaş yoksunluğu içerisinde olduğunu gösteriyor. Sonuçta ihtiyaç olmasaydı psikolojiye bu kadar rağbet olmazdı.
   Üniversite hayatı ile söze başlamışken, okul hayatında birkaç tane yabancı arkadaş edinmiş olan kişilerin sosyal medyadaki iletilerini İngilizce yazmasını çok samimiyetsiz buluyorum. Sanki başkalarına gösteriş yapmak istermiş gibi. İşin komik yanı ise artık İngilizce bilmeyen insan sayısı iyice azalmış durumda. Yani neyin havasını kime yapıyorsun sen arkadaş? İnsan önce kendini bilmeli…
   Vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasında bir dünya fark var herkesin bildiği üzere. Ama ben ilginç olanını sizinle paylaşmak istiyorum. Vakıf üniversitelerindeki öğrenciler vize ve final zamanı sınava nasıl hazırlansam, hangi konuları nasıl yöntemlerle çalışmalıyım diye değil de sınav günü ne giysem, sınavdan sonra hangi filme gitsem, akşamki partiye kimlerle katılsam diye düşünmekte. Ne yazık ki günümüz gençlerinin durumu içler acısı. Ben gece hayatını sevmediğimden midir bilemiyorum ama bana çok boş geliyor bu bar, disko, parti muhabbetleri. Sınav zamanları sanırsınız ki bu üniversitelerde moda haftası geçidi yapılıyor. Bir şıklık, bir yarış; mezuniyet gecesini aratmıyor.

İnsanlar görselliğe gereğinden fazla önem veriyor. Güzeli daha güzel yapmak için uğraşmalarının yanında her güzelin bir kusuru olduğunu bildiklerinden o kusuru bulma çabasındalar. Son zamanlarda burun ve göğüs estetiğinde muazzam bir artış var. Genç kadınlarımız henüz 17-18 yaşlarındayken fındık büyüklüğündeki göğüslerini silikon ile portakal büyüklüğüne getirip aynada kendilerini ancak o yapay halleriyle beğenmeye başlıyorlar. Ben, böyle bir estetiğe gereksinimim olmadığından mıdır nedir, çok gereksiz buluyorum bu silikon takıntısını. Çünkü göğüs kalıbın içinde jöle kıvamında bir maddenin olması bana tiksinç geliyor sanki her an patlayacakmış gibi. Shakira’nın Objection adlı şarkısının klibinde bu söylediğime benzer bir sahne vardı, her izlediğimde gülerim. Vücut yapmış bir erkeğin göğüs kaslarını andırıyor bana silikonlu kadın göğüsleri. Ben ki kadın vücudunun ne kadar estetik olduğunu her zaman dile getiririm, silikonun yapaylığını bir türlü kabullenemiyorum. Gelgelelim burun estetiği kesinlikle gerekli bir yaptırım. Çünkü ben de karga burunlu bir insanı beğenebileceğimi hiç sanmıyorum ama yine de büyük konuşmamakta fayda var. Günümüz erkekleri lazer epilasyona kadınlardan daha meraklı artık. Tam anlamıyla metro seksüellik erkekleri sarmış durumda kabul etseler de etmeseler de. Erkeklerimiz artık doğru yolu buldular, artık tek değil iki kaşları var ve göğüs kıllarından son hızla kurtuluyorlar. Ne mutlu bana, çünkü özellikle plajlarda asla tahammül edemediğim bir görüntüydü bu göğüs kılları. Bir de onları slip mayodan kurtardık mı, biz kadınlar için görsel anlamda hiçbir sorun kalmayacak. Estetiğe genel olarak karşı görünsem de gerekli olduğu yerde düzgünce yapılması taraftarıyım. Ama bakımsızlığa asla tahammülüm yok. Biz kadınlar yine kişisel bakımımızı pek ihmal etmiyoruz ama haydi erkekler, doğru yoldasınız.