7 Mart 2017 Salı

Canın Sağ Olsun İstanbul!

Renkli bir dünyaya açılan kapıdan geçtim. İsli duvarlara bakarken zihnimden geçenleri toparlayamıyordum. Sanki manyetik bazı güçler benim düşüncelerimi kontrol altında tutmak ister gibiydi. Yalpaladım. Odanın içinde gezinmeye devam ediyordum. Duvarlara yapıştırılmış olan gazete kâğıtlarını gördüm. Üçüncü sayfa haberleri ile kaplı dört duvar arasında manşetleri okurken buldum kendimi.

-Eski karısını 4 bıçak darbesi ile öldürdü.
-Çıkma teklifini kabul etmeyince benzin döküp yaktı.
-23 kişinin tecavüzüne uğradı.


Vahşet çağrısını nasıl da duymuyordu bu insanlar? Her şeye umarsızca kapamıştı gözlerini herkes. “Her”ler “hiç” leri kovalıyordu adeta. Utandım. Utanıyorum. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" sözünün ardına sığınanlar küstürdü beni hayata. Bu duyarsızlıklara şahit olmaktan, bir şey yapamamaktan, elimden bir şey gelmiyor olmasından utandım. Duygusuz gözlerle etrafı incelemeye devam ettim. Dalga sesleri yankılanıyordu evin bahçesinde. Terasa çıktım. Çatı katı manzarasında etrafa şöyle bir alıcı gözle bakayım dedim. Bu gözler görmek istemediği nelere şahit olmuştu şu 27 yıllık ömrü hayatında. Benim yaşadıklarımı bir başkası yaşamış olsa belki de çoktan kendini boğazın serin sularına teslim etmişti. Ama ben Anadolu yakasından Avrupa yakasına –tüm risklerine rağmen- yüzerek geçmeyi tercih etmiştim. Zoru severim, bilen bilir. Kalbim bir çöp yığını ile dolu olduğu halde. Ben anılarına bağlı bir insanım. Romantik olmayabilirim ama nefes olduğum müddetçe duygularımla varım. Sadece hayat köreltti içimdekileri. Geriye kalan sadece kırıklıklar, kırgınlıklar oldu. Kimseyi ayıplamadım, kimseyi de yasaklamadım kendime. Sevdiğime de sevmediğime de sevemediğime de pişman olmadım. Pişmanlıklar bana göre değildi çünkü. Hayatıma değen insanlara verdiğim değerdi onları benim için bu derece mühim yapan. Kimisi teğet geçti hayatıma, kimisi geldi merkezine oturdu da kovamadım oradan. Her neyse… Hepsi geldi geçti. Ne büyük şehirsin sen İstanbul! Kimleri uğurladın sonsuzluğa, kimleri kahrettin, “her”leri “hiç”liğe mahkûm ettin. Senin de canın sağ olsun!
Suçlu İstanbul değildi, lakin hep İstanbul suçlandı bir tebessümle insanları selamladığı halde...


6 Mart 2017 Pazartesi

Tanrı Unutmuş Olsa da Olmasa da...

"Tanrı unutmuş olsa da...
Vurdurma vur yüreğim vur
Olan olmuş ne olur
Hayata bir daha vur..." diyordu Sertab,

Ama benim için esas nokta;

"Tanrı" unutmuş olsa da
Tanrı "unutmuş" olsa da
Tanrı?...

"Vur hayata, bir de sen vur" derken
Hayat sana vurmasın mı ansızın...

Hayat ve Tanrı eşleşmesinde
Hangimiz sonsuzuz ki,
Yanlış giden bir "şey"ler var sanki...

Olanlar olduktan sonra
Sen beni görsen ne olur,
Görmesen ne olur;
Bu yazdıklarımı okuyorsan
Okuyup da susuyorsan ne olur?

Sonuçta Tanrı unutmuş olsa da
Olmasa da
Değişen ne olur ki?
Tanrı?

Sorun bizde mi yoksa onlarda mı?
Onlar kim, biz kimiz,
Bu ayrımı yaratan Tanrı mı?
Sorgusuz sualsiz inanmamak ne zaman sorun oldu ki?

Sorun?
Sorunu tanımlayın siz bana önce bir.
Siz-biz var-mış 
Bir varmış, bir yokmuş.
O zaman haydi sorun Tanrı'ya...