30 Nisan 2013 Salı

İnceleme: Abdülhak Hamit Tarhan



Makber'in Mısralarında Kaybolmak
 Tanzimat’a özgü yenilikçi siyasal, toplumsal düşünceleri benimseyen Abdülhak Hâmit Tarhan, eserlerinde elinden geldiğince onları işlemeye, yansıtmaya çalışmaktadır. Sanat anlayışını da genel olarak bu düşüncelere dayandırır. Tanzimat şiirinin en renkli şairi olan Hâmit, divan şiirini bitiren isim olmuştur. Hiç şüphesiz ki Tarhan’ın “Şair-i Azam” adını almasının en önemli sebebi Makber şiirinin mucidi olmasıdır.
  Makber, Hâmit’in karısı Fatma Hanım’ın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getiren, derin bir hissiyatı olan, uzun bir ağıt olmasının yanı sıra şairin en çok basılan ve sözü edilen, övülen eseridir. Üzünç ama olağan, basit bir konuyu işleyen Makber’de öncelikle ölümün doğurduğu insancıl acı, öfke, başkaldırı, şaşkınlık, umutsuzluk, özlem ve korku yansıtılır. Hâmit, Makber’de ölüme değinirken Victor Hugo’nun ağıtlarından esinlendiği olasıdır. Ancak bu ve benzeri etkilemelerle tümel bir yargıya gitmek doğru olmaz. Çünkü Makber bütünsel olarak şairinin damgasını taşır. Hâmit, şiirlerinde ölüm terimini işlerken romantiklerden etkilense de bu etkileşimini kendi iç dünyasıyla harmanlayarak okuyucuya sunmayı bilmiştir.
   Şiirlerinde bazen incelik bazen de basitliğin öne çıkması Hâmit’in “tezatlar şairi” olarak anılmasının temel sebebidir. Makber şiiri ölümün getirdiği çağrışımlarla varlık ve yokluk arasında bir köprü görevi gördüğünden felsefeyle şiirin yan yana yürütülmüş olduğunu görmekteyiz. Fakat dizelerde duygu ve düşünce, akıl ve mantık sürekli bir çelişki içindedir. Bu durum da Hâmit’in dile getirdiği Makber, gönlümden doğmuş bir üzüntüyü kapsıyor iken, bazı taraflarınca benim, rivayet olunan, şairliğimle büsbütün yabancıdır. Okuyan birbirine benzemez iki lisân bulur ki, Makber’in belki iki adam tarafından yazıldığını zâhib olur. sözlerini kanıtlar niteliktedir. Makber, bu özellikleriyle divan şiirine egemen olan donmuş mazmun’un yerine değişken düşünceyi sokarak şiire bir hareketlilik katmıştır. Cenap ŞahabettinMakber’e kadar hiçbir Osmanlı şairi böyle derin, böyle kalbî ve böyle müessir şehkalarla ağlamamıştır.” diyerek Hâmit’in şiir anlayışına olan beğenisini dile getirmiştir.
  Hüznü güzelleştiren adam Abdülhak Hâmit Tarhan, divan edebiyatı prensiplerini yıkıp şiire Batılı bir form kazandırmıştır. Ali Nihat TarlanHamit edebiyatımızda en derin iz bırakan, en hoş sesi aksettiren bir sanatkârdır. Bizde hakiki edebiyat mücedditi Hâmit’tir.” Sözleriyle düşüncelerini dile getirmiştir. 
  Coşkun mizacı ve üslûbu, pervasız davranışlarıyla kendisinden söz ettirmesini bilen Hâmit, insanın tek boyutlu olmadığını eserleriyle göstermiştir. Mistik öğelerin özellikle Makber’de ön planda olduğu görülmektedir. Hâmit’in şiire getirdiği yeniliklere karşı çıkanlar ve Hâmit’i şiir anlayışından dolayı yerden yere vuranlar da oldukça fazladır. Hâmit’in uzun hayatı, değişen edebiyat anlayışları karşısında bir süre sonra onu eskinin temsilcisi durumuna sokmuştur. Nazım Hikmet’in putları yıkıyoruz kampanyasındaki ilk hedeflerinden biri de Hamit’tir. Öte yandan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hâmit’e büyük bir hayranlık duymuş ve onun Türk şiirinde yapmak istediğini, çevrenin anlamamasından şikâyet etmiştir. “Hâmit’in sesinde bile deha var.” sözleriyle hayranlığını dile getirmiştir.
  Hâmit, ne yazık ki cumhuriyet dönemi yazarları için dili anlaşılmayan yazarlardan biri olmuştur. Bunun en önemli nedeni hiç kuşkusuz ki ölümünden sonra eserlerinin yeni harflerle sadece pek azının yayımlanmış olmasıdır. Bu durum Hâmit’in eserlerinin zamanla okunmaması ve unutulmasına yol açmış ve ününü sadece yazmış olduğu Makber şiirine borçlu duruma gelmiştir.
  Türk edebiyatının ilk pastoral şiiri Sahra’nın da sahibi olan şair, fıkraları ve espri anlayışıyla da bilinmektedir. Yeni alfabenin kabulünden sonra "Hâmid" olan soyadı "Hâmit" olunca: "bu yaştan sonra ismimizin sonuna bir de it eklediler" diye sitem etmiştir.
  Yaşamı boyunca aşkları hiç eksik olmamıştır. Karısı Fatma Hanım’ın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirmek için Makber’i yazmış olan Hâmit, bundan kısa süre sonra hayatını başka aşklarla şenlendirmeyi bilmiştir. Hâmit’in kendi içindeki çelişkileri bu şekilde davranışlarına yansıttığını da söyleyebiliriz. Fatma Hanım’ın ölümünün ardından söylediği "sen öldün, ölüm güzel demektir.” sözü karısına duyduğu bağlılığı gösteriyor olsa da ölümden altı ay sonra tekrar evlenmesi herkesi şaşırtmıştır. Bu durum üzerine neden tekrar evlilik yaptığını soranlara Hâmit’in cevabı “ben üzüntümden ne yaptığımı bilmiyorum ki.” olmuştur.
  Kim ne derse desin sevdiklerini ölümsüzleştirmeyi layıkıyla başaran Hâmit, Makber şiiriyle gönüllerde taht kurmuştur. Kullanılan dil biraz ağır olsa da yanı başında olmadan, yitirilen yakınlar için olan hislerini gönülden dile getirmiştir. Metafizik ürpertiyi gerek yoğun duygularla gerekse aşırıya kaçmadan yazıya dökmesi şiirin bir tabiat eseri gibi görülmesine yardımcı olmuştur. Hâmit’in Makber şiiri Mevlana’nın da söylediği gibi “akıl, aşkı anlatmada çamura saplanmış merkep gibidir.” sözünü doğrular niteliktedir.
 Günümüzün postmodern anlatımını, okuyucusunu alaya almayı belki de eserlerinde ilk kullanan şairlerden biridir Hâmit. Bugünden bakınca bu eserler eskimiş ve mazide kalmıştır. Geçmiş tecrübelerden ders almadan sadece günümüz eserlerine göz attığımızda anlama ve yorumlama konusunda hep biraz eksik kalacağımız doğrudur. Hâmit’in eserleri yeni okumalarla daha iyi anlaşılacak ve edebiyat tarihimizdeki yerini kazanacaktır.

**

23 Nisan 2013 Salı

Nisan Yağmurları



   Bol yağmurlu bir nisan ayını daha geride bıraktığımız şu günlerde yaza az kaldı. Ben bu yaz mezun oluyorum a dostlar, artık bir psikoloğa ihtiyacınız olduğunda bana gelirsiniz. Lisans sürecimin sonuna geldiğim şu günlerde yüksek lisans kollarını açmış bana "gel geel" diyor. Sonuç olarak çoğu gitti, azı kaldı ve ben bir yarı-psikoloğum. Neyse benim amacım bu yazımda onlardan bahsetmek değil..

 
   Nisan denince benim aklıma yağmurlar geliyor nedense. Babaannem her zaman “Nisan yağmurları saça çok yararlıdır; sağlıklı olmasını ve çabuk uzamasını sağlar” demiştir. Burada söz konusu ben isem; “boyum 1.60, saç uzunluğum 1 metre! Ben bu saçı at kuyruğu yapmayayım da ne yapayım? Kestirmeye de kıyamıyorum ki, onlar benim bebeklerim!” Bir saç en fazla ne kadar uzun olabilir sorusunun cevabını kendim vermek için uğraşıyorum anlayacağınız. Yağsın yağmurlar üzerime üzerime, uzasın uzayabildiğince saçlarım, ilerleyen günlerde Rapunzel olacak benim lakabım!
 Ben bu sözleri Twitter’da paylaştığımda takipçilerimden biri “senin boyun o kadar kısa mıydı ya?” diye mesaj attı. Pardon ama tatlım Türkiye’nin boy ortalaması kaç? Ortalama 180 de bir ben mi kısayım?  Orada yazdığım cümlede saçlarımın uzunluğuna takılmıyor da boyuma laf ediyor arkadaş. Hem bodur tavuk her dem piliçtir derler ve topuklu ayakkabı giymeyi çok seven biri olduğumdan boyum bana zarafet konusunda çok yardımcı oluyor. Boy konusunda diyecek tek sözüm var “boyu uzun olduğu halde topuklu ayakkabı giyen aklı fukara kadınlar yüzünden kısa görünüyorum!” 
Genelde kadınlar, bulundukları ortamda kendilerinden başka bir kadın gördüklerinde o kişiyi tepeden tırnağa süzüyorlar ve kısacık sürede resmen vücut kitle indeksini yapıp yargıya varıyorlar ve kendileriyle karşılaştırıyorlar. Bu karşılaştırma sonuncunda karşılarındaki kişinin artıları eksilerinden fazlaysa beyinlerinde siren sesleri çalmaya başlıyor ve alarma geçiyorlar. Kendileri üstün olabilmek için her türlü numaraya başvuran bu hemcinslerim gerçekten çok tehlikeliler. Nereden mi biliyorum? "Çünkü ben de bir kadınım" demeyeceğim, çünkü ben de bir hemcinsim tarafından bu şekilde bombardımana tutuldum. Top atışları şu şekilde başladı "hmm güzel kız ama boyu çok kısa; yazık, bu yüzden topuklu ayakkabı giyiyor hep." Yanıldınız, ben topuklu ayakkabıyı görsel olarak hoşuma gittiği için giyiyorum, onları çok seviyorum ve düz ayakkabılar benim belimi ağrıtıyor. Tabii henüz yeni tanıştığım birisine bunları açıklamak zorunda değilim. Sanırsınız ki uzun boylu olmak büyük marifet. Kadınlar birbirlerini böyle düşman olarak görüyorlarken benim nasıl olur da çok sayıda kız arkadaşım olabilir ki? Arkadaşlarımın genelini bu yüzden erkekler oluşturuyor işte, en azından gereksiz karşılaştırmalar yaparak insanın canını sıkmıyorlar ve "arkadaşlık çerçevesinde" birlikte gayet eğlenceli zaman geçiriliyor.
   Yağmurlar bende Şebnem Ferah’ın Yağmurlar adlı şarkısını çağrıştırıyor.
". . . Beni sevmezsen yağmurları sev
Bulutlar ağlasın, sen gül, güneş doğsun yeniden . . ."

   Severim Şebnem Ferah’ı, sesini, şarkılarını, tarzını... Kaç kere gittim konserine ben bile unuttum sayısını ama her defasında ayrı bir heyecan yaşıyorum ve dolu dolu oluyor gözlerim konserindeki coşkuyu gördüğümde. Gerçi şarkılarını dinlediğimde beni derinden etkileyebilen bir sese sahip olan tek kadındır Şebnem Ferah. Onu çok sevdiğimden yere göğe sığdıramam, bu övgü dolu sözlerim de uzar gider. O yüzden burada kesmek istiyorum.
Yağmurlarıyla, sıcak ve soğuk dengesi olmayan alengirli havasıyla, bitmek bilmeyen ödev, sunum ve grup çalışmalarıyla dolu dolu bir Nisan ayını geride bıraktık, önümüzdeki yaz benim sezonum olacak. Gümbür gümbür geleceğim, beklemede kalın. 

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı başta çocuklar olmak üzere tüm Türk milletine kutlu olsun. 

Her gününüzün bayram tadında geçmesi dileğiyle . . .

**

7 Nisan 2013 Pazar

Şarkılarla Yaşıyorum


   Dinlediğimiz ve sevdiğimiz şarkılar bazı psikologlar tarafından bilinçaltımızdaki çocukluk anılarımızın birer dışa vurumu olarak yorumlanıyor.
 İyi ama ben bunca şarkıyla böyle delicesine bir bağ kurarken bunların nasıl çocukluğuma dayandığı konusunda biraz afallıyorum. Düşünsenize çocukluğumda nasıl bir travma geçirdiysem sinirli anlarımda son ses Iron Maiden veya Led Zeplin dinlediğimde sakinleştiğimi hissediyorum. Bence dinleyerek sözde bir “bağ” kurduğumuz bu şarkıların çocuklukla hiçbir alakası olamaz. Sadece değişen ruh durumumuzu yansıttığına inandığımız şarkılar olabilir. Dinleyince mutlu olduğumuz, bizi sakinleştiren, sesini beğendiğimiz için sevdiğimiz veya müzik evrenseldir diyerek sadece melodisi hoşumuza gittiği için dinlediğimiz şarkılar vardır.

   Nedir sizce mutluluk? O kadar geniş kapsamlıdır ki mutluluk olgusu; kimimiz için hiç çalışmadığı bir sınavın ertelenmesi en büyük mutlulukken, bir başkası için aylar öncesinde beğendiği elbisenin indirim zamanında sadece bir tane 38 bedeninin kalmış olması o kişiyi mutlu etmeye yetebilir. Benim için mutluluk, büyük bir boşvermişlikle radyo kanallarını dolaşırken en sevdiğim şarkının karşıma çıkmasıdır. Demek ki mutluluk “ansızın” ortaya çıktığında avucuna alıyor bizi. Şimdi diyeceksiniz ki “madem o kadar seviyorsun o şarkıyı o zaman iphone’una veya ipod’una yükle de ordan dinle.” Neyse reklam bir yana, ben elimin altında olanla pek ilgilenmem o yüzden sevdiğim şeyleri sürekli yakınımda tutmuyorum ki ondan çabuk sıkılmayayım. En sevdiği şarkıyı üst üste 10 kez dinleyen bir insan çabucak o şarkıyı tüketmiş olur ve bir anda hevesi geçerek bıkkınlık hissine ulaşır.

   Bu aralar beni en çok mutlu eden şarkılar Gökhan Türkmen’e ait, resmen huzur buluyorum sesinde. Genel olarak Rock müziğe gönül vermiş biri olmama rağmen hayatımın en büyük istisnalarından biridir Gökhan Türkmen. Öte yandan Gökhan Türkmen sıradan bir pop sanatçısı değil, onun sahnesini görenler daha da iyi bilirler ki Pop'tan Rock'a, Rock'tan Alaturka'ya her tür şarkıyı söyleyebilen ve repertuvarı oldukça geniş olan çok özel bir adamdır. Onun sesini duyduğumda garip bir mutluluk kaplıyor içimi ve hoş bir tebessümle dolaşmaya başlıyorum sokaklarda. Belki herkeste aynı etkiyi yaratmıyordur ama benim için özel bir yeri var artık Gökhan Türkmen’in. Hatta “artık” demek ona haksızlık olur, çünkü uzun zamandır, dinlediğim ilk andan itibaren seviyorum şarkılarını da kendisini de. Benim için müziğin "büyük insanı" Gökhan Türkmen'dir. “Tanrı’m alma canımı teniyle bir gün buluşmadan” derken Gökhan Türkmen’in sesinden o duyguyu alıyorum, şarkıyı resmen yaşıyor ve yaşatıyor. “Aşk lazım” tam bir yaz şarkısı; bahar geldi, içimiz cıvıl cıvıl. Havaların ısınmasıyla hormonlarımız harekete geçiyor ve aşık olmaya hazır hale geliyoruz. Bu sebeple “aşk lazım!” demenin şimdi tam sırası.

Gerçekten de "yeter demek yetmez ki bazen" ve yetmiyor da zaten. Her biri kısa metraj film olan Gökhan Türkmen kliplerini bıkmadan usanmadan günün her anında izleyebilirim. Buradan Gökhan Türkmen’e sesleniyorum “ beni kendine aşık, kendini de bu aşka tanık ettin”..
   Şarkılar insanın halinden anlayan, doğru yerde doğru sözcükleri kullanan bir arkadaştır aslında. Boşuna dememiş eskiler “şarkılar seni söyler .”
**