Makber'in Mısralarında Kaybolmak
Tanzimat’a özgü
yenilikçi siyasal, toplumsal düşünceleri benimseyen Abdülhak Hâmit Tarhan,
eserlerinde elinden geldiğince onları işlemeye, yansıtmaya çalışmaktadır. Sanat
anlayışını da genel olarak bu düşüncelere dayandırır. Tanzimat şiirinin en
renkli şairi olan Hâmit, divan şiirini bitiren isim olmuştur. Hiç şüphesiz ki
Tarhan’ın “Şair-i Azam” adını almasının en önemli sebebi Makber şiirinin mucidi
olmasıdır.
Makber, Hâmit’in karısı
Fatma Hanım’ın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getiren, derin bir hissiyatı
olan, uzun bir ağıt olmasının yanı sıra şairin en çok basılan ve sözü edilen,
övülen eseridir. Üzünç
ama olağan, basit bir konuyu işleyen Makber’de öncelikle ölümün doğurduğu
insancıl acı, öfke, başkaldırı, şaşkınlık, umutsuzluk, özlem ve korku yansıtılır.
Hâmit, Makber’de ölüme değinirken Victor Hugo’nun ağıtlarından esinlendiği olasıdır.
Ancak
bu ve benzeri etkilemelerle tümel bir yargıya gitmek doğru olmaz. Çünkü Makber
bütünsel olarak şairinin damgasını taşır. Hâmit, şiirlerinde ölüm terimini
işlerken romantiklerden etkilense de bu etkileşimini kendi iç dünyasıyla
harmanlayarak okuyucuya sunmayı bilmiştir.
Şiirlerinde bazen
incelik bazen de basitliğin öne çıkması Hâmit’in “tezatlar şairi” olarak
anılmasının temel sebebidir.
Makber
şiiri ölümün getirdiği çağrışımlarla varlık ve yokluk arasında bir köprü görevi
gördüğünden felsefeyle şiirin yan yana yürütülmüş olduğunu görmekteyiz. Fakat
dizelerde duygu ve düşünce, akıl ve mantık sürekli bir çelişki içindedir. Bu
durum da Hâmit’in dile getirdiği “Makber,
gönlümden doğmuş bir üzüntüyü kapsıyor iken, bazı taraflarınca benim, rivayet
olunan, şairliğimle büsbütün yabancıdır. Okuyan birbirine benzemez iki lisân
bulur ki, Makber’in belki iki adam tarafından yazıldığını zâhib olur.” sözlerini kanıtlar
niteliktedir. Makber, bu özellikleriyle divan şiirine egemen olan donmuş
mazmun’un yerine değişken düşünceyi sokarak şiire bir hareketlilik katmıştır.
Cenap Şahabettin “Makber’e kadar hiçbir
Osmanlı şairi böyle derin, böyle kalbî ve böyle müessir şehkalarla
ağlamamıştır.” diyerek Hâmit’in şiir anlayışına olan beğenisini dile
getirmiştir.
Hüznü güzelleştiren adam Abdülhak Hâmit
Tarhan, divan edebiyatı prensiplerini yıkıp şiire Batılı bir form
kazandırmıştır. Ali Nihat Tarlan “Hamit
edebiyatımızda en derin iz bırakan, en hoş sesi aksettiren bir sanatkârdır. Bizde
hakiki edebiyat mücedditi Hâmit’tir.” Sözleriyle düşüncelerini dile
getirmiştir.
Coşkun mizacı ve üslûbu, pervasız
davranışlarıyla kendisinden söz ettirmesini bilen Hâmit, insanın tek boyutlu
olmadığını eserleriyle göstermiştir. Mistik öğelerin özellikle Makber’de ön planda
olduğu görülmektedir. Hâmit’in şiire getirdiği yeniliklere karşı çıkanlar ve Hâmit’i
şiir anlayışından dolayı yerden yere vuranlar da oldukça fazladır. Hâmit’in
uzun hayatı, değişen edebiyat anlayışları karşısında bir süre sonra onu eskinin
temsilcisi durumuna sokmuştur. Nazım
Hikmet’in putları yıkıyoruz kampanyasındaki ilk hedeflerinden biri de
Hamit’tir. Öte yandan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hâmit’e büyük bir
hayranlık duymuş ve onun Türk şiirinde yapmak istediğini, çevrenin
anlamamasından şikâyet etmiştir. “Hâmit’in
sesinde bile deha var.” sözleriyle hayranlığını dile getirmiştir.
Hâmit, ne yazık ki cumhuriyet dönemi
yazarları için dili anlaşılmayan yazarlardan biri olmuştur. Bunun en önemli
nedeni hiç kuşkusuz ki ölümünden sonra eserlerinin yeni harflerle sadece pek
azının yayımlanmış olmasıdır. Bu durum Hâmit’in eserlerinin zamanla okunmaması
ve unutulmasına yol açmış ve ününü sadece yazmış olduğu Makber şiirine borçlu
duruma gelmiştir.
Türk edebiyatının ilk pastoral şiiri
Sahra’nın da sahibi olan şair, fıkraları ve espri anlayışıyla da bilinmektedir.
Yeni alfabenin
kabulünden sonra "Hâmid" olan soyadı "Hâmit" olunca:
"bu yaştan sonra ismimizin sonuna bir de it eklediler" diye sitem
etmiştir.
Yaşamı boyunca aşkları hiç eksik olmamıştır.
Karısı Fatma Hanım’ın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirmek için Makber’i
yazmış olan Hâmit, bundan kısa süre sonra hayatını başka aşklarla şenlendirmeyi
bilmiştir. Hâmit’in kendi içindeki çelişkileri bu şekilde davranışlarına
yansıttığını da söyleyebiliriz. Fatma Hanım’ın ölümünün ardından söylediği "sen
öldün, ölüm güzel demektir.” sözü
karısına duyduğu bağlılığı gösteriyor olsa da ölümden altı ay sonra tekrar
evlenmesi herkesi şaşırtmıştır. Bu durum üzerine neden tekrar evlilik yaptığını
soranlara Hâmit’in cevabı “ben üzüntümden
ne yaptığımı bilmiyorum ki.” olmuştur.
Kim ne derse desin sevdiklerini ölümsüzleştirmeyi
layıkıyla başaran Hâmit, Makber şiiriyle gönüllerde taht kurmuştur. Kullanılan
dil biraz ağır olsa da yanı başında olmadan, yitirilen yakınlar için olan
hislerini gönülden dile getirmiştir. Metafizik ürpertiyi gerek yoğun duygularla
gerekse aşırıya kaçmadan yazıya dökmesi şiirin bir tabiat eseri gibi
görülmesine yardımcı olmuştur. Hâmit’in
Makber şiiri Mevlana’nın da söylediği gibi “akıl, aşkı anlatmada çamura
saplanmış merkep gibidir.” sözünü doğrular niteliktedir.
Günümüzün postmodern anlatımını, okuyucusunu
alaya almayı belki de eserlerinde ilk kullanan şairlerden biridir Hâmit.
Bugünden bakınca bu eserler eskimiş ve mazide kalmıştır.
Geçmiş tecrübelerden ders almadan sadece günümüz eserlerine göz attığımızda
anlama ve yorumlama konusunda hep biraz eksik kalacağımız doğrudur. Hâmit’in eserleri yeni okumalarla daha iyi
anlaşılacak ve edebiyat tarihimizdeki yerini kazanacaktır.
**