Hani böyle insanın dibe battığı ve o bataktan çıkamayacağına
inandığı zamanlar olur ya bazen. İşte ben o dipte hayatımın sonunu bekliyordum.
Hayatla bu derece dalga geçiyor oluşum bu yüzdendi. Birden silkindim ve kendime
geldim. Aslında bu hayata kendi isteğimle dünyaya gelmediğimi ama sonumu
kendimin getirebileceğime inanıyordum oysa. Bütün planlarım bu yöndeydi.
İnsanlar üzülür, geçer, zamana bırakılınca da unutulur, biter diyordum.
Kendimce kendi aptallığıma kılıf arama yolları işte… Umutsuzlukta boğulup
giderim diyordum ki dostlarım beni kendime getirdi. Öyle bir durumdaydım ki
kendimi görebilmek için gün be gün solan yüzümü inceliyordum. Her gün bir
selfie çekmek veya içimde biriktirdiklerimi yazmak bu durumdan uzaklaşmanın ve
aynalama yapmamın yegâne yollarıydı. Henüz terapist değildim. Titrim sadece “öğrenci”
idi. Kendimi sevgiye layık görmüyordum belki de. Beni sevenlere ise “yazık,
beni uğurladığınızda çok üzülmeyin olur mu?” dercesine bakıyordum. İnsanlarla göz
göze gelmek istemiyordum. Dostlarım vardı benim ama. İyi ki de varlardı. Eğer
ki Özlem hocamla ve onun bana yazdığı reçete ile karşılaşmasaydım bugün burada
olmazdım belki de. İçinde bulunduğum girdabı anlattığımda kendisinin gözlerinin
dolduğunu görüşüm benim insani duygularımın da olabileceğini hatırlattı.
Yıllardır öfke ve nefret dışında bir duygu taşımayan ben, sevgi dilenip de
gerçek anlamda karşılığını alamadığına inanan ben, gözyaşlarımın tuzunu sevdim.
Hayata yeniden gözlerimi açışım her sabah Lustral’i yutmaya başlayarak oldu. Ve
o süreçte şarkılarla dertleşmeyi, konuşmayı kendime adet edinmiştim. Tek renk
vardı o da gri bir zemin. Yani gökyüzü. Bir de gece vardı tabi. Gece siyah ve
yıldızsız… Sadece karanlık. Oysa yıldız bendim eskiden. Dövmesini bile
yaptırmıştım zamanında!
“Çimenler fillerle de güzel
Kalbin korkularıyla cesur…”
Kalbin korkularıyla cesur…”
Kalbim hiç olmadığı kadar cesur artık. Her ne kadar kaybetmekten
korksam da içimi titreten bir aşk var. Sevgilime yaşama
sevincimsin diye boşuna demiyorum. Öyle güzel zamanda geldin ki sevgilim.
Hayatıma hoş geldin…
“Bir
yerden aşağı,
Çok
aşağı düştüm
Zaman,
solgun sessiz gri bir koridordu
Orada
çok üşüdüm,
Çok
üşüdüm…”
Artık üşümüyorum.
Korkularımı kara kutuya koydum. Ve o kutu gömüldü suların derinliklerine. Karabasanlar
son buldu. Yeşillikler göğün maviliğine karışıyor artık alabildiğine…
“…Binbir
çıkmaza çıkan daracık koridorlarınızdan,
Hele
döl tutmayan zihni kaygan yatak odaklarınızdan
Çok
sıkıldım…”
Diye diye şarkılar
söyleyen nefretini ne kadar kussa da öfkesi dinmeyen kızı sakinleştirdi bu aşk.
Hayatımı gök gürültülerinden arındırdım “gök
nerede” diyip göğün gökte olmadığını iddia etmeyeceğim artık.
Mavi var. Renklerin her birinin ayrı bir anlamı var. Kırmızılar yeniden
alabildiğine canlı. Kiraz gibi, çilek gibi…
“Gözlerin şen çoçuk sesleri açıyor
Gözlerin yelkeninim fenerleri
Bir sana titriyor gönüllü yaprağım
Ellerim bir seni terliyor
Sana içlensin şimdi o melekler
Sende dursun akrep ve yelkovan
İçimdeki en acı suların bile şimdi bir tadı var”
**