Lise öğrencisi 2 kızın yüksek sesli konuşmalarına tanık oluyorum bir Starbucks’ta…
Sabah 9.30 suları… Aslında okulda
olmaları gerekiyor
ancak okulu kırmışlar. Telefonla
birkaç konuşma yapıyorlar. Sınıf arkadaşlarını “sınavdan sonra
mutlaka çaldır” şeklinde
tembihliyorlar. Kızlarımız sınava
gitmedikleri gibi ders de çalışmıyor sadece
kahve içip sohbet ediyorlar. Ve onlara
ellerinden hiç düşürmedikleri
telefonları eşlik ediyor
tabi ki.
Instagram’da insanların paylaştıkları fotoğrafların ne kadar önemli olduğundan
bahsediyorlar. Eskiden bilmem kaç piksel kameralarla çekilen eciş bücüş fotoğraflardan şimdi
profesyonel çekimlere dayanan bir yolculuk
oluyor konuşmalarında. Ardından Instagram
fotoğraflarının kişinin imaj
kalitesini belirlediği konuşuluyor. Bu nedenle
bu kadar makyajlı photoshop programları, boy
uzatan, zayıflatan telefon uygulamaları bu derece
revaçta. Peki insanlar neden bu kadar
olmadığı birisi gibi
göstermek istiyor kendisini? Herkesin bir
ideal algısı var ve bu
algı geçmişten günümüze “ideal görünüm” olarak bize dayatılan,
herkesin beğendiği, imrendiği kişilerin görünümlerine ne kadar maruz kalmamızdan
kaynaklanıyor. Maruz kalarak meşrulaştırılan bir görünüm var herkesin kafasında. Halbuki
güzellik görecelidir. Kimisi minyon sever, kimisi kumral uzun boylu, kimi esmer
erkekleri yakışıklı bulur kimi
ise göbekli ve gözlüklü olanları… Yani salt
güzel veya salt çirkin yoktur aslında. Salt iyi
ve salt kötü olmadığı gibi. En güzelimizin bile bir
kusuru veya kendisinde kusur olarak gördüğü bir yeri olabilir. Hoş, en güzel
dediğimiz kime göre en güzel? Peki çeşitli photoshop
uygulamalarıyla kendimizi olmadığımız biri gibi
gösterince elimize ne geçmiş oluyor?
Kendimizi kendimize mi beğendirmeye çalışıyoruz, hemcinslerimize mi
yoksa karşı cinse mi? Peki neden? Fiziksel görünümlerinden
rahatsız olan kişiler bunları değiştirmek için hiçbir girişimde
bulunmazken dış dünyaya açılan kapılarda bir tür rötuş yaparak
kendilerini rahatlatıyorlar. Ellerine ne geçiyor peki? Beğenilmek.
Demek ki insanlarda bir sevilme, beğenilme
arzusu var ve yeterince karşılanmadığını düşünüyorlar. Kendi yetersizliklerinden mi yoksa
çocukluktan itibaren pohpohlanmış olmanın getirdiği bir süreklilik isteğinden mi
kaynaklanıyor bu durum? İnsanlar
kendilerine bu anlamda ne kadar acımasız olurlarsa
bir o kadar da dışarıya karşı kendilerini
savunmaya alıyorlar kırılmamak için belki de. Fakat kendileri dışındaki kişilere
kendilerinin maruz kalmak istemedikleri bu durumların aynılarını yaşatıyorlar. Bu döngü böyle bu şekilde sürüp
gidiyor.
Kişiler ısrarla kendi
mükemmelliklerini (en sosyal, en
güzel, en entel, en çekici, en sportif) hallerini sergiledikleri fotoğrafları sosyal
mecralarda paylaşmaya devam ediyorlar. Ardından tatminsizlik
geliyor. En beğenilen en sevilen olmak istiyorlar. Fotoğraflara beklentilerinin
altında beğeni geldiğinde mutsuz
oluyorlar, kendilerini değersiz hissediyorlar.
Mutluluk/mutsuzluk – değerlilik/değersizlik bu
kadar kolay olabilir mi? Bunları salt beğeni sayısı ile ölçmeye çalışmak hep biraz eksik değil mi? Sırf fotoğraflarına gelen beğeni sayısı fazla görünsün, yorumlar yığılsın, sayfalarındaki
takipçi sayısı fazla olsun
diye bazı sosyal
medya yetkilileri (fırsat avcıları) tarafından beğeni, yorum,
takipçi satışları yapılıyor. Belli bir
miktar para karşılığında herkes
kendisini en sevilen, sen beğenilen olarak gösterip özgüvenlerini (sözde) yükseltme imkânına erişiyor. Parayla
sahte mutluluklarını satın aldıklarına inandırıyorlar
kendilerini…