28 Şubat 2018 Çarşamba

Psikoloji: Sosyal Medya ve Güzellik Algısı

Lise öğrencisi 2 kızın yüksek sesli konuşmalarına tanık oluyorum bir Starbucks’ta…
Sabah 9.30 suları… Aslında okulda olmaları gerekiyor ancak okulu kırmışlar. Telefonla birkaç konuşma yapıyorlar. Sınıf arkadaşlarını “sınavdan sonra mutlaka çaldır” şeklinde tembihliyorlar. Kızlarımız sınava gitmedikleri gibi ders de çalışmıyor sadece kahve içip sohbet ediyorlar. Ve onlara ellerinden hiç düşürmedikleri telefonları eşlik ediyor tabi ki.

Instagram’da insanların paylaştıkları fotoğrafların ne kadar önemli olduğundan bahsediyorlar. Eskiden bilmem kaç piksel kameralarla çekilen eciş bücüş fotoğraflardan şimdi profesyonel çekimlere dayanan bir yolculuk oluyor konuşmalarında. Ardından Instagram fotoğraflarının kişinin imaj kalitesini belirlediği konuşuluyor. Bu nedenle bu kadar makyajlı photoshop programları, boy uzatan, zayıflatan telefon uygulamaları bu derece revaçta. Peki insanlar neden bu kadar olmadığı birisi gibi göstermek istiyor kendisini? Herkesin bir ideal algısı var ve bu algı geçmişten günümüze “ideal görünüm” olarak bize dayatılan, herkesin beğendiği, imrendiği kişilerin görünümlerine ne kadar maruz kalmamızdan kaynaklanıyor. Maruz kalarak meşrulaştırılan bir görünüm var herkesin kafasında. Halbuki güzellik görecelidir. Kimisi minyon sever, kimisi kumral uzun boylu, kimi esmer erkekleri yakışıklı bulur kimi ise göbekli ve gözlüklü olanları… Yani salt güzel veya salt çirkin yoktur aslında. Salt iyi ve salt kötü olmadığı gibi. En güzelimizin bile bir kusuru veya kendisinde kusur olarak gördüğü bir yeri olabilir. Hoş, en güzel dediğimiz kime göre en güzel? Peki çeşitli photoshop uygulamalarıyla kendimizi olmadığımız biri gibi gösterince elimize ne geçmiş oluyor? Kendimizi kendimize mi beğendirmeye çalışıyoruz, hemcinslerimize mi yoksa karşı cinse mi? Peki neden? Fiziksel görünümlerinden rahatsız olan kişiler bunları değiştirmek için hiçbir girişimde bulunmazken dış dünyaya açılan kapılarda bir tür rötuş yaparak kendilerini rahatlatıyorlar. Ellerine ne geçiyor peki? Beğenilmek. Demek ki insanlarda bir sevilme, beğenilme arzusu var ve yeterince karşılanmadığını düşünüyorlar. Kendi yetersizliklerinden mi yoksa çocukluktan itibaren pohpohlanmış olmanın getirdiği bir süreklilik isteğinden mi kaynaklanıyor bu durum? İnsanlar kendilerine bu anlamda ne kadar acımasız olurlarsa bir o kadar da dışarıya karşı kendilerini savunmaya alıyorlar kırılmamak için belki de. Fakat kendileri dışındaki kişilere kendilerinin maruz kalmak istemedikleri bu durumların aynılarını yaşatıyorlar. Bu döngü böyle bu şekilde sürüp gidiyor.


Kişiler ısrarla kendi mükemmelliklerini (en sosyal, en güzel, en entel, en çekici, en sportif) hallerini sergiledikleri fotoğrafları sosyal mecralarda paylaşmaya devam ediyorlar. Ardından tatminsizlik geliyor. En beğenilen en sevilen olmak istiyorlar. Fotoğraflara beklentilerinin altında beğeni geldiğinde mutsuz oluyorlar, kendilerini değersiz hissediyorlar. Mutluluk/mutsuzluk – değerlilik/değersizlik bu kadar kolay olabilir mi? Bunları salt beğeni sayısı ile ölçmeye çalışmak hep biraz eksik değil mi? Sırf fotoğraflarına gelen beğeni sayısı fazla görünsün, yorumlar yığılsın, sayfalarındaki takipçi sayısı fazla olsun diye bazı sosyal medya yetkilileri (fırsat avcıları) tarafından beğeni, yorum, takipçi satışları yapılıyor. Belli bir miktar para karşılığında herkes kendisini en sevilen, sen beğenilen olarak gösterip özgüvenlerini (sözde) yükseltme imkânına erişiyor. Parayla sahte mutluluklarını satın aldıklarına inandırıyorlar kendilerini…



Bizim genç kızlarımızın Starbucks’taki macerası oturup kahve içerlerken (-miş gibi yaparken) birbirlerinin fotoğraflarını çekmesi, hemen ardından ise bu fotoğrafların içerisinden instagram’a koyulamayacak durumdakileri ayıklamalarıyla son buluyor.