6 Haziran 2017 Salı

Kara Kutu

Hani böyle insanın dibe battığı ve o bataktan çıkamayacağına inandığı zamanlar olur ya bazen. İşte ben o dipte hayatımın sonunu bekliyordum. Hayatla bu derece dalga geçiyor oluşum bu yüzdendi. Birden silkindim ve kendime geldim. Aslında bu hayata kendi isteğimle dünyaya gelmediğimi ama sonumu kendimin getirebileceğime inanıyordum oysa. Bütün planlarım bu yöndeydi. İnsanlar üzülür, geçer, zamana bırakılınca da unutulur, biter diyordum. Kendimce kendi aptallığıma kılıf arama yolları işte… Umutsuzlukta boğulup giderim diyordum ki dostlarım beni kendime getirdi. Öyle bir durumdaydım ki kendimi görebilmek için gün be gün solan yüzümü inceliyordum. Her gün bir selfie çekmek veya içimde biriktirdiklerimi yazmak bu durumdan uzaklaşmanın ve aynalama yapmamın yegâne yollarıydı. Henüz terapist değildim. Titrim sadece “öğrenci” idi. Kendimi sevgiye layık görmüyordum belki de. Beni sevenlere ise “yazık, beni uğurladığınızda çok üzülmeyin olur mu?” dercesine bakıyordum. İnsanlarla göz göze gelmek istemiyordum. Dostlarım vardı benim ama. İyi ki de varlardı. Eğer ki Özlem hocamla ve onun bana yazdığı reçete ile karşılaşmasaydım bugün burada olmazdım belki de. İçinde bulunduğum girdabı anlattığımda kendisinin gözlerinin dolduğunu görüşüm benim insani duygularımın da olabileceğini hatırlattı. Yıllardır öfke ve nefret dışında bir duygu taşımayan ben, sevgi dilenip de gerçek anlamda karşılığını alamadığına inanan ben, gözyaşlarımın tuzunu sevdim. Hayata yeniden gözlerimi açışım her sabah Lustral’i yutmaya başlayarak oldu. Ve o süreçte şarkılarla dertleşmeyi, konuşmayı kendime adet edinmiştim. Tek renk vardı o da gri bir zemin. Yani gökyüzü. Bir de gece vardı tabi. Gece siyah ve yıldızsız… Sadece karanlık. Oysa yıldız bendim eskiden. Dövmesini bile yaptırmıştım zamanında!

“Çimenler fillerle de güzel 
Kalbin korkularıyla cesur…”

Kalbim hiç olmadığı kadar cesur artık. Her ne kadar kaybetmekten korksam da içimi titreten bir aşk var. Sevgilime yaşama sevincimsin diye boşuna demiyorum. Öyle güzel zamanda geldin ki sevgilim. Hayatıma hoş geldin…

“Bir yerden aşağı,
Çok aşağı düştüm
Zaman, solgun sessiz gri bir koridordu
Orada çok üşüdüm,
Çok üşüdüm…”

Artık üşümüyorum. Korkularımı kara kutuya koydum. Ve o kutu gömüldü suların derinliklerine. Karabasanlar son buldu. Yeşillikler göğün maviliğine karışıyor artık alabildiğine…

“…Binbir çıkmaza çıkan daracık koridorlarınızdan,
Hele döl tutmayan zihni kaygan yatak odaklarınızdan
Çok sıkıldım…”

Diye diye şarkılar söyleyen nefretini ne kadar kussa da öfkesi dinmeyen kızı sakinleştirdi bu aşk. Hayatımı gök gürültülerinden arındırdım “gök nerede” diyip göğün gökte olmadığını iddia etmeyeceğim artık. Mavi var. Renklerin her birinin ayrı bir anlamı var. Kırmızılar yeniden alabildiğine canlı. Kiraz gibi, çilek gibi…

“Gözlerin şen çoçuk sesleri açıyor
Gözlerin yelkeninim fenerleri
Bir sana titriyor gönüllü yaprağım
Ellerim bir seni terliyor
Sana içlensin şimdi o melekler
Sende dursun akrep ve yelkovan

İçimdeki en acı suların bile şimdi bir tadı var”



**

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder